Düşüncenin Kıyameti

Dr. Ali Sait Sadıkoğlu/ Marmara Üniversitesi
6/22/2025

Bulunduğumuz tarihi momentte Batılı filozofların kabul ettiği gibi zaten felsefe büyük bir kriz içinde ve gelişen dijital çağ içinde felsefe git gide tamamen tükeniyor. Felsefenin ölümü aslında yine sanıldığının aksine tamamen kötümser ve hiçbir değeri kabul etmeyen bir olay olmayabilir: Hatta düşünce adına başka türden bir düşünceye imkân sağlayabilir ki bu Düşüncenin Kıyameti'nin de bu imkânın kapılarını açmaya zorlandığı söylenebilir.



Geçen günler içinde Düşüncenin Kıyameti adlı çalışmanın ilk cildi İnsan Yayınlarından okuruyla buluştu. Kitabın esprisi bizim için bilinen bir mesele, şöyle ki:

Düşünce alanında uzun zamandır milletçe bir arayış içindeyiz, bu sadece yeni kuşak felsefe hocası olarak benim değil, benden öncekilerin de arayışıydı. Genel olarak buradaki meselenin özünde, bilindiği üzere bizim kültürümüzün Batı kültürüyle karşılaşması ardından gelişen travmatik ve sancılı modernlik süreci yatıyor. Ama bu travmatik ve sancılı süreç bize çok şey de öğretti: Kültür ve manevi alanda milletçe başımıza gelen musibetleri tecrübe ettiğimiz gibi, diğer yandan kapitalist dünyada teknik bilimlerde uzmanlaşmamızın getirdiği ters yönlü gelişen tecrübemiz kendine münhasır bir modele ulaşmamızı sağladı. Yine de bu ters yönlü ikili gelişmenin, çoğu zaman yapıldığı gibi sosyoloji ve siyasi tartışmaların ötesinde, felsefi bir hesaplaşmasına henüz geniş kapsamlı bir şekilde girişmediğimizi düşünüyorum. Kanımca Batı dünyasındaki kültür alanında son gelişen olaylar artık bu hesaplaşmanın ciddi ve derin olarak yapılması gerektiği zamanların geldiğini gösteriyor. Çağcıl yangın bütün şiddetiyle kapıya dayandı!

Felsefenin ölümü

Felsefi çalışmalarımda böylesine bir hesaplaşmayı başlatmaya çaba gösteriyorum. Önce Batı felsefesinin ölümünü açıkça düşünce temelleri bakımından ifade etmek gerektiğine inanıyorum. Burada bazı hızlı hükümler verenlerin sandığı gibi Batı karşıtı bir "gericilik" ve "yobazlık" söz konusu değil, daha ziyade Batı felsefesinin bizzat kendi durumundan kaynaklanan ciddi sorunlar var. Bulunduğumuz tarihi momentte Batılı filozofların kabul ettiği gibi zaten felsefe büyük bir kriz içinde ve gelişen dijital çağ içinde felsefe git gide tamamen tükeniyor. Felsefenin ölümü aslında yine sanıldığının aksine tamamen kötümser ve hiçbir değeri kabul etmeyen bir olay olmayabilir: Hatta düşünce adına başka türden bir düşünceye imkân sağlayabilir ki bu Düşüncenin Kıyameti'nin de bu imkânın kapılarını açmaya zorlandığı söylenebilir.

Kıyamet ifadesi aslında her zaman olumsuz manaya gelmez, bilindiği üzere ayağa kalkma ve dirilme manalarını da gelir. Düşüncemizin ölü topraklarından dirilmesi bugün büyük bir tutku olarak kendini açıyor, hem de bu sadece biz Müslümanlar için değil, şu liberal kapitalist cehennemsi zulüm sisteminde yaşayan milyonlarca Batılı veya Doğulu insan için de gereklidir diye düşünüyorum. Düşünce alanında ihtiyacımız olan şey teknik malumat değil artık, ona ulaşmak artık çok kolay, ihtiyacımız olan ilimlerde veya bilimlerde cesurca ileri sürülecek akli ve kalbi temelleri olan yeni bir nefestir! Çoğu zaman aşırı modern aldatma içinde kalbi akıl mefhumuna güvenmedik, oysa bütün diriliş umudu orada kendini açıyor. Kalbe dayanan akıl mefhumuna geri dönmeye çalışmak zorundayız, önce onun düşüncede ciddi asli boyutunu göstermek gerekiyor. Felsefe asla kalbe dayanan bir akıl mefhumuna gereken hürmeti göstermedi, kalbi duyunca her zaman bir nahiflik ileri sürdü. Şimdi aslında bu fikrin kendisinin nahif olduğunu ve koca bir aldatmaca olduğunu anlamaya başladık: İnsanı insan yapan asıl boyutun zekâ veya yapay zekâ değil, onun saf kalbindeki düşünen asalet olduğunu hissetmeye başladık.

Kalbin ve ruhun kavgasıdır

Düşüncede diriliş önce kafalarda değil, kalpte yani zekâ değil, asil akılda bir heyecan ve coşku olarak kendini açmalı: İşte Bergsoncu tınıyla bu heyecan ve coşkuya "iman" adını vermeli! Yaşadığımız yeni yüzyıl siyaset alanında büyük bir kavgayla başladı, bizim milletçe kavgamız ise henüz başlamadı. Kavga çıkarmaya gelen öncü düşünce kahramanlarına ihtiyacımız var ama belirtmeliyim ki bu önce kalbin ve ruhun kavgasıdır, anarşist veya yıkıcı bir kavga değildir o. Adeta şöyle seslenir bize bu kavga: Saf ruh çık ortaya, dirilten hikmet nefesini ver, şüphesiz milyonlarca insan iman uğruna boşuna şehit olmadı bu vatanda! İşte böyle konuşuyor bu kitabın sessiz özü! Düşüncede yeni bir ruh kavgası başlatmak isteği bu nedenle masum ve haklıdır!

alisaitsadk@yahoo.com

Ali Sait Sadıkoğlu

1980 Erzurum doğumlu yazar, Türkiye'de lisans ve yüksek lisansını tamamladıktan sonra doktorasını Fransa'da Pantheon Sorbonne Üniversitesinde yaptı. Çalışma alanları içerisinde fenomenoloji, etik, çağdaş felsefe ve tasavvuf vardır. Marmara Üniversitesi Felsefe bölümünün kurucu hocalarından biri olan Sadıkoğlu, halen aynı bölümde görevine devam etmektedir Akademik ve felsefi dergilerdeki makalelerinin yanı sıra yayınlanmış eserleri şunlardır:

Etre et Autre, La métaphysique Originaire avec Lévinas- Varlık ve Başka, Levinas ile Kökensel Metafizik (Fransa'da L'Harmattan, Paris, 2024). Meontoloji, Mesnevi'nin Engin Denizinde (Kopernik Yayınları, İstanbul, 2021).