Kamuoyunun şekillendiği mecralar, televizyon ekranları, sosyal medya platformları, dijital yayınlar... Her biri, milyonlarca insanın zihin ve yürek dünyasına doğrudan ulaşan güçlü araçlar. Bu araçlar, doğru ellerde rehberlik ederken; yanlış ellerde yanıltma, kutuplaştırma ve hatta yozlaştırma etkisi de doğurabiliyor.
Kamuoyuna dair bilgi kaynakları günümüzde ne yazık ki ehliyetten çok görüntüye, edepten çok ses tonuna, doğruluktan çok iddiaya endeksli bir seyir izlemektedir. Bilgi sahibi olmadan fikir beyan etmenin ayıp sayıldığı bir gelenekten, ekran başında ahkam kesmenin prim yaptığı bir döneme savrulduk. Bu savrulma, sadece kamusal aklın değil, toplumsal ahlakın da zedelenmesine yol açmaktadır.
SÖZÜN DE AHLAKI VARDIR
Televizyon ekranlarında, sosyal medya platformlarında ve yazılı basında rastladığımız bir kısım şahıslar, uzmanı olmadıkları konular hakkında yüksek perdeden, aşağılayıcı, çoğu zaman hakaretamiz bir üslupla konuşmaktan imtina etmiyorlar. Bilginin yerini bağırmak, mantığın yerini öfke, delilin yerini itham almış durumda. Oysa toplumların seviyesini belirleyen, yalnızca neyi konuştukları değil, nasıl konuştuklarıdır.
Bu durum, sadece kamuoyunun yanlış bilgilendirilmesine değil, aynı zamanda dilin, düşüncenin ve kamusal tartışmanın da yozlaşmasına sebep oluyor. Özellikle genç izleyiciler için bu tablo son derece tehlikelidir. Bilgiye ulaşmak için çaba göstermeyen, karşısındakini dinlemeyen, nezaketi zayıflık gibi gören bir söylem biçimi, hem kültürel çoraklaşmanın hem de zihinsel kabalaşmanın işaretidir.
Kamuoyuna seslenen kişilerin, "Ben ne söylüyorum?" kadar "Nasıl söylüyorum?" sorusunu da kendilerine sorması gerekir. Bilgiyi doğru sunmak kadar, onu ahlaki bir çerçeveyle taşımak da önemlidir. Nezaket, hakikatin değersizleşmesine sebep olmaz; bilakis, onu daha kapsayıcı ve anlaşılır kılar.
DİL BOZULURSA, TOPLUM ÇÖZÜLÜR
Uzmanlık gerektiren meseleler, bir tiyatro sahnesi edasıyla dramatize edilmekte, meselelerin karmaşıklığı değil, kişilerin yüksek sesi konuşulmaktadır. Bir toplumun geleceği, sahne alan karakterlerin teatral yeteneklerine değil, fikri donanımına ve ahlaki duruşuna bağlıdır.
Ekranlarda ve köşe yazılarında yer alan şahıslar, sadece kendilerini temsil etmezler; temsil ettikleri mesleklerin, üniversitelerin, kurumların ve en önemlisi milletin kültürel seviyesini de yansıtırlar.
Doğru, herkes konuşabilir; peki herkesin konuşmaması gerekli midir? Konuşmak cesaret değil, ehliyet ister. Hele ki kamuoyuna hitap ediyorsanız, her sözünüzde taşıdığınız sorumluluğun bilincinde olmalısınız.
YÜKSEK SES DEĞİL, DERİN BİLGİ
Eleştiri elbette bir haktır; hatta çoğu zaman bir görevdir. Fakat eleştirinin dili adil, amacı ise hakikati ortaya koymak olmalıdır. Eleştiriyi hakarete dönüştüren, bilgiyi imaya indirgeyen ve fikir yerine sadece yozlaşmışlığı besleyen bir zihniyet, kamu yararına değil, kişisel tatmine hizmet eder. Bu da basitçe ifade etmek gerekirse, sorumsuzluktur.
Eleştiri, sağlıklı toplumların vazgeçilmezidir. Ancak eleştirinin tonu, muhatabını değil, sahibini tarif eder. Kırıcı değil yapıcı, yıkıcı değil yol gösterici, kutuplaştırıcı değil birleştirici olmak hem kamusal görevin hem de ahlaki yükümlülüğün bir parçasıdır.
Bir toplumun dili bozulursa, düşüncesi de bozulur. Düşüncesi bozulursa, ahlakı çözülür. Ahlakı çözülen bir toplum ise çözülmeye mahkûmdur.
Bugün en çok ihtiyaç duyduğumuz şey sadece doğru bilgi değil; doğru üslup, doğru temsil ve doğru insanlar. Bilginin edep ile birleştiği, fikrin ahlakla yoğrulduğu bir kamuoyu kültürüne yeniden dönmeliyiz. Unutmayalım ki, ekranlar sadece yansıtır; ama neyi yansıttığını biz belirleriz.