Köşe Yazarları ve Köşe Yazıları

Vahdettin İNCE
Vahdettin İNCE
vahdettin.ince@star.com.tr
Yazarın Sayfası
Dinle

Endülüs'te raks, Viyana'da ölüm

Endülüs'te raks, Viyana'da ölüm

30 Haziran 2025 Pazartesi

İbn Haldun, devletler de insanlar gibi doğarlar, büyürler, ölürler, der. Aynı İbn Haldun, bir devletin ölüm sürecine, hasmını taklit etmeye başlaması ile girdiğini dile getirdikten sonra "Endülüs'te Hristiyanlara komşu bölgelerde yaşayan Müslümanlar, evlerini onlar gibi süslemeye, duvarlarına resimler çizmeye ve bahçelerine heykeller dikmeye başlamışlar. Bu, istilanın başlaması anlamına gelir" diyerek kültürel istilanın kaçınılmaz sonucunun askeri istila olduğunu vurgular. Bu demektir bir devlet, düşmanını taklit etmeye başlamışsa, son nefesini vermiştir. Bundan sonraki süreç, fiilen ölmüş olan devletin yıkılmadığını, ayakta olduğunu kanıtlama amacına yönelik beyhude çabalarından başka bir şey değildir. Çocukluğumda duyduğum bir hikayede hikayenin kahramanı insanın ölümden sonra yaşadığı süreç gibi.

Bizim oralarda taziyeler çok önemlidir. Genellikle cenaze sahiplerinin geleni gideni ağırlamak için takatlarının çok üstünde harcama yapmalarına ve bilmeyenlerin de bu kadar olmaz türü tepkilerine sebep olsa da son derece önemli kültürel etkileşimlere sahne olurlar. Seyda'nın (din alimi, imam) merkezinde olduğu bu mekanlarda insanlar dinî, sosyal, kültürel ve tarihsel anekdotlar dinleme fırsatını bulurlar. O toplantılarda insanlar, Seydalara muktezayı hale uygun olarak ölümden sonraki hayat, özellikle kabir hayatı ile ilgili meraklarını gidermek amacıyla birtakım sorular sorar ve onlar da ilmî düzeylerine göre bir şeyler anlatırlar. Anlayacağınız, bildiğiniz taziye evleri, birer mektep işlevini görür. İyi hatırlıyorum, bir taziyede bu minvalde sorulan bir soruya Seydanın biri şöyle cevap vermişti: Ölen insan, ilk başta öldüğünü bilmez. Ağlayanlarla birlikte o da ağlar, tekfin ve teşyi işlerine katılır. Kendi cenaze namazında saf tutar. Mevtanın (kendisinin) kabre konuluşuna yardım eder. Başının tam üzerine denk gelen ve "Kevirê Selîmiyê" (Selimiye taşı. Muhtemelen bu isim, ölen insanın kendi ölümünü anlayıp teslim olmasından mülhem verilmiştir) adı verilen yassı bir taşı yerleştirir. Üzerine toprak döker. Sonra insanlar evlerine dönmeye başlayınca o da dönmeye yeltenir ve tam o sırada kafası, üzerine konan o taşa çarpar. O zaman ölenin kendisi olduğunu anlar. Ve "Eyvah! Meğer ölen benmişim" diyerek teslim olur.

Geçenlerde katıldığım bir toplantıda Prof. Celalettin Vatandaş, "Umut ve Trajedi" başlığı altında Osmanlıların çöküşü ile ilgili bir sunum yaparken "Viyana seferi ile birlikte Osmanlı doğal sınırlarına ulaşmış oldu" dedi. Bu bağlamda yeniden eski gücüne kavuşmak için Batılıları taklit etme düşüncesinin de etkili olmaya başladığını vurguladı. "Meğer Osmanlı Viyana sınırlarına varınca ölmüş ve fakat öldüğünü anlamamış" diye geçirdim içimden. Zaten o "muhteşem yüzyılda" öldüğünün farkına varması pek mümkün olmazdı, diye ekledim. Celalettin Vatandaş'ın anlatımıyla, ondan sonra çeşitli adımlar atılır, devletin gücünü kanıtlama adına veya yeniden güçlü kılma amacıyla. III. Selim'in "Nizam-ı Cedid"i, II. Mahmud'un Batılılaşmayı sistemleştirme çabaları, "Asakir-i Mansure-i Muhammedî" adlı orduyu kurması, derken Tanzimat, Meşrutiyet uygulamalarının hepsi bu amaca matufmuş. Birinci cihan harbi bir bakıma cenaze namazı işlevini görmüş ve Cumhuriyet de ilan edilince Osmanlının kafası "Kevirê Selîmiyê"ye çarpmış ve öldüğünü anlamış.

Seyda'nın anlattıklarının kaynağı söylenceler midir yoksa dinî bir metin midir, bilmiyorum, ama dediğim gibi muktezayı hale uygun olduğu gibi, İbn Haldun'un insan-Devlet arasında kurduğu benzerliği de izah edici niteliktedir. Biz şu anda Osmanlının ölümünü mü yaşıyoruz yoksa yeniden dirilişi mi? onu da üstada sormayı akıl edemedim.

Yalnız benim aklımda hala, bizim köyün "Kevirê Selîmiyê"si ile III. Selim'in "Nizam-ı Cedid"i arasındaki benzerlik meselesi dönüp dolaşıyor.

Suriye'nin, Nusayrî diktatörlüğünden kurtulduğu 8 Aralık'tan hemen sonra, MİT Başkanı İbrahim Kalın'ın, Şam Fatihi Ahmed Eş-Şara ile birlikte Emevî Camii'nde kıldığı namaz, bütün dünyanın dikkatini çekmişti.

Çünkü burası, herhangi bir cami değildir.