Bazı kelimeler vardır ki, söylendiği an sadece anlam taşımaz; hafızaları sarsar, kirli niyetleri deşifre eder, cephenin gerisinde saklanan ne kadar sinsi akıl varsa gün yüzüne çıkarır. Diyanet'in bir cuma hutbesinde kurduğu sade ama sarsıcı bir cümle tam da böyleydi.
"Kadın metalaştırılamaz. Nesil korunmalı, aile muhafaza edilmelidir."
Bu cümleyle birlikte klavyeler ısındı, tweetler hazırlandı, köşe yazıları zehirli kalemle boyandı.
Cümlede sadece kadın vurgusu yoktu. "Yaratılış" vardı. Rabbin nizamına itiraz eden her zihnin yüzüne çarpılan ilahi bir ayet vardı.
Kadın dernekleri (!) ayağa kalktı.
Medya baronları öfkelendi.
Kırk yıldır "laiklik", "özgürlük", "birey" gibi kutsallaştırdıkları kavramlarla toplumu zehirleyenler ortaya çıkmak için telaştalar.
Onların özgürlük anlayışı, sapkınlığa serbestiyet; ailenin savunulması ise, köleliğin diğer adıdır.
Ve Ertuğrul Özkök sahneye çıktı. Kendisini cumhuriyet rejiminin resmî ideoloji memurlarından sayan ve Davos'un faaliyet alanlarının mübelliği, Diyanet'e parmak salladı!
Modern çağın sapkın tanımları arasında en sinsisi, "Özgürlük çıplaklıktır, açıklık şeffaflıktır, örtü ise çağdışılıktır, mahremiyet haya değildir!" zihniyetidir.
Halbuki; insanı hayvandan ayıran şey, örtünmesidir. Örtünme, bilinçtir. Örtünme, sınırdır. Örtünme, muhafazadır.
Başörtüsü, tesettür, mahremiyet...
Bunlar yalnızca sembol değil; bir duruş, bir bilinç ve bir koruma alanıdır.
Yaratılışın kendi kendini muhafaza mekanizmasıdır. Ve bu yüzden modernitenin karşısındadır.
Modernlik; açmayı, soymayı, ifşa etmeyi yüceltir. Soyulmuş insanın üstünde hiçbir direnç kalmaz. Bir vitrin malıdır.
Bir topitop şeker düşünün. Biri açılmamış, jelatini, muhafazası, örtüsü duruyor; diğeri poşeti yırtılmış, örtüsü çıkarılmış dışarıda saatlerce beklemiş. Açılmış olanın üzerine sinekler üşüşür. Zamanla yapış yapış bir hal alır, yüzeyi sararır, kirlenir, içinden taşan akışkanlık mide bulandırır.
Bu jelatinsiz, sineklerin üzerine çullandığı şekeri kim emmek ister?
Ertuğrul Özkök mesela...
Bu şekeri ağzına koyup emmek ister mi?
Kadın; iffetle örtünerek değer kazanır demek, onu küçük görmek değil, tam tersine onu "korunması gereken bir cevher" olarak görmektir.
Sadece süflî arzularına tapanlar, kadının soyulmasını "özgürlük" diye yutturur. Oysa o bir hayvan içgüdüsüdür.
Necip Fazıl ne güzel der, "Medeniyet eğer çıplaklıksa, hayvanlar senden benden daha medeni."
Örtünün düşmanları, iffetin değil; erişimin karşısındaki engelin düşmanıdır.
Örtüye değil, ulaşamadıkları arzunun kızgınlığına öfke duyarlar.
Aynı günlerde Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bir genelge yayımladı. "Toplumsal cinsiyet, LGBT, cinsel yönelim" gibi kavramların resmî devlet metinlerinde kullanılmaması gerektiğini ifade etti.
Kelimelerden bu kadar korkan bir akıl, bu ülkenin damarlarına sızmıştı meğerki, bu karara da çılgına döndüler.
Peki neden?
Çünkü bu üç zemberek "hutbe, LGBT genelgesi ve fıtrat savunusu" onların inşa etmek istediği yeni insan modeline karşı tam isabettir.
Onların hayalinde Rabb yoktur; yerine "özgür birey" yerleştirilmiştir.
Aile yoktur; yerine "akışkan cinsiyetler" vardır.
Onlar için Lut kavminin helaki tarihsel bir anekdottur; ama San Francisco'nun pride yürüyüşleri kutsal bir devrimdir.
Soframıza oturup, bizim toprakların çocuğu gibi görünerek inancımıza ve değerlerimize tükürenlere karşı sessiz kalmayacağız.
Siz;
Kadını feminist ideolojiye kurban ettiniz,
Erkeği suç makinesine dönüştürdünüz,
Çocuğu cinsiyetsizleştirdiniz,
Toplumu parçalayarak bireyselliği tanrılaştırdınız.
Batıdan ithal akılla düşünen, kendi milletinden utanan, İslam'ı sadece folklorik bir ritüel zanneden, tipler: Diyanet konuşunca, Devlet refleks gösterince, bu ülke bir silkiniş emaresi verince, paçaları tutuştu.
Sizin sorununuz, bu milletin hâlâ Allah diyen evlatlara sahip olmasıdır.
Çünkü siz, bu toprakların çocuklarını "onun bunun çocuğu" yapmak istiyorsunuz.
Bir hutbe bile sizi bu kadar sarsıyorsa, içinizdeki şeytan incinmiş demek ki!
Ve evet Ertuğrul Özkök; biz Müslümanlar, hepimiz Diyanet gibi düşünüyoruz ve dahi iman ediyoruz.