Köşe Yazarları ve Köşe Yazıları

Faik Tanrıkulu
Faik Tanrıkulu
Yazarın Sayfası

Yeni soğuk savaşın cephesi: Gümrük duvarları ve nadir metaller

Yeni soğuk savaşın cephesi: Gümrük duvarları ve nadir metaller

29 Ekim 2025 Çarşamba

Dünya ekonomisi, son bir yılda yeniden "ticaret savaşları" kavramının soğuk gerçekliğiyle yüzleşti. ABD Başkanı Donald Trump'ın ikinci döneminde uygulamaya koyduğu gümrük tarifeleri, sadece Çin'i değil, küresel ticaretin tamamını sarsacak ölçüde bir dalga etkisi yaratıyor. Uluslararası Para Fonu (IMF) verilerine göre 2025 Ekim itibarıyla ABD'nin Çin'den ithalata uyguladığı ortalama gümrük vergisi oranı yüzde 45,4 seviyesinde. Bu oran, 2024 sonunda yüzde 13 civarındaydı. Başka bir ifadeyle, Washington yönetimi yalnızca bir yıl içinde üç kattan fazla vergi artışına gitti.

Trump yönetiminin 1 Kasım itibarıyla Çin'e uygulayacağı yeni yüzde 155'lik tarife açıklaması, "yeni Smoot-Hawley" olarak anılıyor. 1930'larda ABD ekonomisini korumak adına getirilen yüksek tarifelerin küresel durgunluğu derinleştirmesi gibi, bugünkü hamleler de dünya ticaretinde benzer bir kısır döngü yaratma riski taşıyor. 2024'te ABD'nin Çin'e ihracatı 143,2 milyar dolar, ithalatı ise 438,7 milyar dolar seviyesindeydi. Aradaki 295 milyar dolarlık açık, Trump'ın "adil ticaret" söylemini güçlendiren siyasi bir argüman sağlıyor. Ancak gümrük duvarlarını yükseltmek, sanayi üretimini geri getirmekten çok, hane halkı üzerinde yeni bir vergi yükü yaratıyor. 2025'te ABD'de her ailenin ortalama satın alma gücü kaybı 3.800 doları bulacak.

Washington'ın tarifeleri sadece Pekin'i değil, Hollanda'dan Vietnam'a, Lesotho'dan Laos'a kadar yüzlerce tedarik zincirini etkiliyor. Özellikle otomotiv sektörü, yeni bir "çip krizi" uyarısıyla karşı karşıya. Direksiyon ve kontrol sistemleri için yarı iletken üreten Hollanda merkezli Nexperia'nın, Çinli Wingtech Technology tarafından satın alınmasının ardından ABD baskısıyla yapılan el değiştirme operasyonu, Pekin'in tepkisini çekti. Çin, bu gelişmeye yanıt olarak tüm ihracatı durdurdu. Avrupa otomotiv devleri, "yalnızca birkaç haftalık stoğumuz kaldı" diyerek tedarik zincirinde acil önlem çağrısı yapıyor. Türkiye'deki otomotiv yan sanayi de bu dalgadan kaçamayabilir.

Bu ticaret savaşının merkezinde yalnızca otomobil ve elektronik yok. Asıl mücadele, "nadir toprak elementleri" üzerinde yaşanıyor. iPhone'dan F-35 savaş uçağına kadar pek çok ileri teknoloji ürününün üretiminde kullanılan bu metallerin yüzde 90'ından fazlası Çin tarafından kontrol ediliyor. Pekin'in 2025 başında uygulamaya koyduğu ihracat kısıtlamaları, Batı'nın tedarik zincirini altüst etti. Çin'in son olarak nadir elementlerin iz miktarlarına dair yeni kontrol mekanizmaları getirmesi, küresel üretimde yeni bir şok yarattı.

Trump yönetimi buna karşı Avustralya ile 8,5 milyar dolarlık stratejik bir anlaşma imzaladı. İki ülke, önümüzdeki altı ay içinde 3 milyar dolardan fazla yatırım yaparak yeni maden projeleri geliştirecek. Pentagon, Batı Avustralya'da yıllık 100 ton üretim kapasiteli bir galyum rafinerisine yatırım kararı aldı. ABD İhracat-İthalat Bankası da 2,2 milyar dolarlık finansman desteğine onay verdi. Avustralya, dünyanın dördüncü büyük nadir element rezervine sahip ve küresel lityum üretiminin yarısını karşılıyor. Bu tablo, ülkeyi hem Çin'e karşı stratejik bir ortak hem de Batı için tedarik güvenliğinin sigortası haline getiriyor.

Buna karşın uzmanlar temkinli. Avustralya Ulusal Üniversitesi'nden Prof. John Mavrogenes, "Çin'in bu alandaki üstünlüğü en az on yıl daha kırılamaz" diyor. Çünkü Çin yalnızca bu metallerin üretiminde değil, arıtma ve rafine teknolojilerinde de benzersiz bir uzmanlık geliştirmiş durumda. Bugün tek bir F-35 savaş uçağı 400 kilogramdan fazla nadir toprak elementi içeriyor. ABD Hükümet Sorumluluk Ofisi'ne göre, Çin'in arz kesintileri nedeniyle F-35 Blok 4 yükseltmeleri 2029'a ertelendi. Bu durum, askeri modernizasyonun dahi Çin'in tedarik politikasına ne denli bağımlı hale geldiğini gösteriyor.

Ticaret cephesinde Çin, 2001'de Dünya Ticaret Örgütü'ne (DTÖ) katılımıyla küresel değer zincirlerinin merkezine yerleşmişti. 2015'teki "Made in China 2025" programı ve 2020'deki "Çifte Dolaşım" stratejisiyle devlet yeniden sahneye çıkmış, üretimi ulusal güvenlik meselesi haline getirmişti. ABD ise aynı dönemde serbest ticaretin öncülüğünden korumacılığa yöneldi. Richard Baldwin'in "Grievance Doctrine" olarak tanımladığı bu eğilim, aslında ABD'de refah devletinin zayıflığından ve işçi sınıfının artan öfkesinden doğdu. Popülist ekonomi politikaları, "küreselleşmenin kaybedenlerini" yeniden içeriye kazandırma iddiasıyla meşrulaştırıldı. Ancak gelinen noktada, ithalat vergileri işçiyi değil, tüketiciyi vuruyor.

Bugün ABD-Çin ilişkileri artık sadece ticari bir çekişme değil; teknolojik bağımlılık, maden politikası ve güvenlik stratejileri üzerinden yeni bir jeoekonomik düzenin inşası anlamına geliyor. Washington "adil ticaret" sloganıyla duvarlarını yükseltirken, Pekin "ekonomik egemenlik" söylemiyle ihracatını silah haline getiriyor. Bu yeni dönemde kazanan, ne tam anlamıyla ABD ne de Çin olacak. Kazanan, tedarik zincirlerinde alternatif üretim üsleri yaratabilen, kaynak çeşitliliğini stratejik güvenlikle dengeleyebilen ülkeler olacak.

Türkiye'nin bu denklemde dikkatli olması gerekiyor. Nadir metallerden otomotiv çiplerine kadar uzanan bu yeni küresel gerilim, sadece süper güçleri değil, ihracata dayalı ekonomileri de doğrudan etkiliyor. Bugün yaşanan "ticaret savaşları", aslında 21. yüzyılın enerji, teknoloji ve hammadde savaşlarının ön sözü. Ve her ülke, artık yalnızca mallarını değil, geleceğini de gümrük duvarlarının arkasında korumaya çalışıyor.

Suriye'nin, Nusayrî diktatörlüğünden kurtulduğu 8 Aralık'tan hemen sonra, MİT Başkanı İbrahim Kalın'ın, Şam Fatihi Ahmed Eş-Şara ile birlikte Emevî Camii'nde kıldığı namaz, bütün dünyanın dikkatini çekmişti.

Çünkü burası, herhangi bir cami değildir.